19 Kasım 2012 Pazartesi

Kişisel Kurtuluş Savaşı


Birinci vazifem, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmekti. Üzerimde büyük bir sorumluluk vardı. Oysa önceleri sorumluluk kapıdan içeri annenin girmesini beklemekti. Sonra okumayı öğrenmem, biraz ayrıntı olacak ama eti birine kemiği diğerine emanet edilmiş çırak olmak sorumluluğumdu. Büyüdükçe aslında bir tane sorumluluk değil de eve girdiğimde bin tane sorumluluk olduğunu nar bilmecisi sayesinde kolay kavramıştım.

Mevcudiyetimin ve istikbalimin yegâne temeli buydu aslında. Sorumluluklarımın farkında olmaktı. Çoğu zaman bu sorumlulukları kendim seçmediğim gibi, seçme teşebbüslerim en fazla gerçekleştirilmesi zor ama yaparsam muhteşem olacak olanlardı. Beynime yerleştirilen bu temel, benim, en kıymetli hazinen olmalıydı. En yüksek değeri biçmem gereken şey seçmediğim sorumluluklarımdı. İrademi kendime saklamalıydım. Konu sadece itaat etmekle ilgiliydi. Sonra zaten "itaat" e "salla gitsin, uğraşma" denmeye başlandı. Boyun eğdik..! İstikbalde dahi, beni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahlarım olacaktı. Dikkat etmeliydim, kaygı duymalıydım. Oysaki aslında hiç harici bedhahlarım olmadı. Hepsi dahiliydi. Bizzat bendim! Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşecektim ve vazifeye atılmak için, içinde bulunacağım vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyecektim! İçinde bulunduğum vaziyeti düşünememeye başladım. Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilirdi. Etti de...En iyi bildiklerimi bilmediğimi, aslında hiçbirşey bilmiyorum dediğim şeyler hakkında birçok şey bildiğimi farkettim mesela. Nice kereler kendimi aldattım..! Bedbahlarım vardı. İstiklâl ve Cumhuriyetime iyelik ekini ekleyecek ve Cumhuriyet benim cumhuriyetim diyecek ve bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olan düşmanlarla savaşacaktım. Kendimle girdiğim her mücadelede emsali görülmemiş düşmanlarım vardı. Cebren ve hile ile zihnimin, bütün anlamları zaptedilmiş, bütün kelimeleri belirlenmiş, bütün hisleri anlamsızlaşmış ve karakterimin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilirdi. Yani ben bazen ben olmayabilir, yabancılaşabilirdim herşeye ve herkese en önemlisi aynadaki yüzüme. Oldu da...

Ve ben Türk istikbalinin evlâdı! Ben! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifem; yine de sorumluluklarımı yerine getirmekti! Benim sorumluluğumu hisseden bir dünyaya doğmamıştım zaten. Ve fakat muhtaç olduğum kudret, damarlarımdaki asil kanda mevcuttu!

Asil diyemem ama kişisel kurtuluş savaşım ancak kendi içimde bir irade hissedersem mümkün olabilirdi.

Şeytanla işe başladım...