17 Haziran 2010 Perşembe

Bir Ömürden Bir Başkasına




O aslında bizi hiç bırakmadı..!

Keyfine düşkün, yaşamayı seven bir hali vardı hep. Ne gülerdi, ne ağlardı, ne de layıkıyla sinirlenirdi. Hep rol icabı yaptığı şeylerdi.

Deprem olurdu uyandırırdım "Anane kalk deprem oldu korkuyorum" derdim. Gel yanıma yat birşey olmaz derdi bana. O kadar yani.

Annem uzaklara gittiğimde ebeveyn figürü hep o vardı yakınlarımızda ablamla benim. Bir karara ihtiyaç duyduğumuzda hep ona danışırdık. Belki yeterince uygun kararlar almazdı, belki bazen çok kötü kararlar da alırdı ama bizim için büyüktü. Sözü dinlenirdi işte. Küçük yaşlarda yine de sözünü dinlemek isteyeceğiniz birileri olsun isterdiniz hayatınızda. Biz de hep dinlerdik.

Televizyonumuzun icradan dönebildiği anlarda TRT haberlerini izlemek isterdi. Ben de hep çizgi film peşindeydim. Çocukla çocuk olur bastonuyla peşimden koştururdu beni. Çünkü hep kanal değiştirirdim. Kumandasız olunca televizyon kalkıp tekrar kanalı değiştirmek büyük işti onun için. Kanalı değiştireceğine bastonla peşimden koşturmaya çalışırdı. Sonra yeniharman cigarasını yakıp uyuya kalırdı. Çaktırmadan kanalı değiştirir çizgi filmi izler sonra elbisesini yaktığı için sönmüş cigarayı üzerinden alırdım. Belki bilerek içiyordu çünkü yeni harman çekmedinmi sönen cinsindendi.

Çook uzun yıllar herhangi bir akraba veya ebeveyn figürü göremediğimizden ananem hep ayrı bir yeri doldururdu bizde. Elimize ender geçen fazladan parayla bana git bir kangal sucuk al gel kızartalım derdi. Parayı da hep halı altına saklardı. Okuldan geldiğimde paranın müjdesini verecekse halının altına bak derdi bana. Yıllardır kullandığı ufacık, kırışmış bir poşetin içine dürerek koyduğu para halının altından çıkıverirdi. Arada böyle sevindirirdi beni.

Küçükken üvey annesi ananemi soğuk karlı günlerde takunyayla çarşıya gönderirmiş. Bu yüzden hep dizlerinin ve ayaklarının ağrıdığını söylerdi. Yer yer açamazdı dizlerini son zamanlarda hiç açamadı.

Üvey babamın şiddetine maruz kaldığım zamanlarda sığınağım hep ananem olurdu. Hem büyük diye üvey babam birşey yapmazdı ona hem de çok cazgır bir insandı. Teyzemle değil de bizimle oturması, cefa çekmeyi tercih etmesi böylesine keyfine düşkün bir kadın için büyük mesele diye düşünürdüm o yüzden hep saygı duydum.

İnşaatta kaldığımız aylarda bile bizi hiç yalnız bırakmadı. Kucağına kıvrılıp yatmak hep huzur verici bir sıcaklıktı. Sokaktan uzak tutardı onun kucağı beni hep.

İçinde ne tür fırtınalar kopardı, onu heyecanlandıran neler oldu bu hayatta hiç bilmiyorum. Salı günü saat 23:30'da vefat etti. Öğrendiğimde kendimi bu kadar yalnız hissedeceğimi hiç düşünmemiştim. Birden kocaman dünyada tek başıma gibiydim. Çünkü ne zaman etrafta kimse olmasa o vardı. Küçükken korkup kalktığımda yatağımdan onu el yordamıyla bile olsa bulabilirdim. Hiç kaybetmedim onu. Hep çocukluğuma dönmek isterdim. Benim hayalimdi hep bu. Ama şimdi çocukluğuma dönsem, korksam, kalksam ananemi arasam bulamayacağım. Hayalimin ender dayanak noktalarından biri yok oldu gitti şimdi.

Adaletin onun yanına uğramadığını hep biliyordum. Zor geçmiş bir genç kadınlık, zorla çocuk sahibi ve koca sahibi olmak bu arada herhangi bir düşüncesine küçücük de olsa değer verilmemesi. Dünyaya birgün adaletin geleceğini hep düşünürüm. Ama onun için bu mümkün olmadı. Bir asırı 6 yıl geçmiş bir ömürde bile mümkün olmadı.

Son dönemleri kocaman bir karanlık ve kocaman bir yalnızlıktı. Bana abi diyor, etrafta neler olduğunu hiç farketmiyordu. Farkındalıkları olmayan zoraki bir ömürün ardından şimdi de vücudu ona haksızlık ediyordu. Ne görüyor, ne duyuyor ne de anlıyordu. Sadece yemek ve su istiyordu.

Benim gibi o da kocaman haksızlıklar yaşamıştı. Aynı yolun yolcusu gibiydik. Ona baktığımda hiç ama hiç yabancılık hissetmiyordum. Şimdi dünyaya biraz daha yabancı olmak ölesiye koyuyor insana.

Son birkez daha göremeden gittin. Hiç iyi yapmadın. Sana kocaman bir teşekkür etmem gerekirdi. En büyüğünden sarılmam gerekirdi sana. Son bir kez daha huzur dolu kucağına yaslanmak isterdim.

Yüz altı yaşında, Atatürk'le vals etmiş, torunlarına acayip sahip çıkmış, yoksulluk içinde öldün gittin.

İsmi Kadriye Özturşak'tı. Çok güzel yemek yapardı, 96 yaşına kadar kitap okudu, sigara içti. Beni hiç yalnız bırakmadı. Geçmiş zaman oldu.

Olmasaydın. Bilincin kapalı bir yüz sene daha yaşasaydın.

Ben bakardım.

Benim tatlı ananem.

Güle güle....

14 Haziran 2010 Pazartesi

Devlet Kapısı



Şu iki gündür devlet kapısına gitmem gerekiyordu. Yok yüksek lisans için belge topla yok askerlik tecili için bilmem ne. O yüzden iki gündür stresliyim. Zorlu bir Pazartesi'nin beni beklediği apaçıktı İşten izin aldım cehennem gününü beklemeye koyuldum. Gelip çatınca zorla kalkıp yola koyuldum.

Önce askerlik şubesinin yolunu tuttum. Sitelerinde her türden ajitasyon ve propaganda olmasına rağmen tecil hakkını kullanmak için hangi belgelerin gerektiğini bir türlü bulamadım. O yüzden körlemesine gitmem gerekiyordu gittim. Elimde ne olur ne olmaz diye ikametgah, nüfus fotokopisi, iki tane fotoğraf vardı. Gittiğimde geçici mezuniyet belgesi istediler. Üstelik nereye gideceğimi bilmediğim için taksiyle gitmiştim. Belgeleri temin etmek için gerisin geriye taksiyle eve döndüm. Belgeleri alıp tekrar gittim. Bu sefer nüfus cüzdanımın beni ifade etmediğini söylediler. Tepem attı. Sanki tüm anayasal haklarımı sorunsuzca kullanabiliyorum, verdiğim vergilerin nerelere gittiğini şeffafça görebiliyorum, kendimi kamusal alanda rahatça ifade edebiliyorum bir tek kimliğimin resmi, şekli kalmıştı. Tabi bunları askerlik şubesinde söyleyemiyorsun. Bunların yerine "oradan size çok boş zamanı olan biri olarak mı gözüküyorum" dedim yüksek sesle. Asker kardeşim hemencecik yanımda bitiverdi pek tabi. Neyse çok sorun çıkarmadan nüfus müdürlüğünün yolunu tuttum.

Burada yeni bir paragrafa başlıyorum çünkü nüfus müdürlüğünde ayrı bir macera beni bekliyordu. Nüfus cüzdanımı değiştirmem gerekiyordu. Sıramı aldım oturdum. Benden önceki biri de nüfus cüzdanını değiştirecekti. Eski kargacık burgacık kimliğini gösterdi yenisini talep etti. Eleman hiçbirşey istemeden kimliğinin yenisini verdi elemana. Bana sıra geldiğinde neden değiştirmek istiyorsun diye sordu. Dedim Askerlik Şubesi istedi. Memur yüksek sesle Askerlik Şubesi'nin kabul etmediği bir kimliği ben nasıl kabul edebilirim muhtardan bilmem ne talpe belgesi getir demez mi? Tabi o sıcakta sigortalarım aşırı zorlandı tam o an. Üstelik kimliğim benden öncekinden çok daha düzgün gözüküyordu. Yani aslında asker ocağı beni kabul etmezse seçimle başa getirdiğim insanların (gerçi ben seçmedim ama ) işlettiği kurumlar hiç kabul etmezler demekti bu. Neyse ki oradan olaysız muhtarlığın yolunu tuttum. Bilmem ne talep belgesi istedim verdiler üstüne para aldılar. Çıkarken iyiymiş ben de büyüyünce muhtar olacağım deyiverdim o sinirle. Hatun bu muhtarlık nasıl geçiniyor biliyor musun sen dedi. Ben de verdiğimiz vergiler hayli hayli karşılar git onu devlete sor dedim bastım postayı çıktım. Nüfus müdürlüğüne geri döndüm hiç sıra beklemeden uzattım belgeleri. Bir de yüksek sesle din hanemin boş kalmasını istiyorum dedim. Ona birşey demediler. Keşke deselerdi. Naralar atarak elimdeki çantayı kafalarına geçirebilirdim olay çıkardı ama rahatlardım en azından.

Neyse aldım pılımı pırtımı belgemi bok püsürümü şubeye gittim. Bu arada sabah çıktığım macerada 6.30 saat geçirmiştim saat 16:30'du. Belgeleri görevliye uzattığımda bana fotoğrafın sakallı bunu alamayız demez mi. Sabahtan beri belgelerim burunlarının ucunda fotoların sakallı olmaması gerektiğini şimdi söylüyorlar. O kadar sinirlenmiş olmalıyım ki sonrası biraz huzurlu geçti. Gülerek berbere oradan da fotoğrafçıya gittim. Tabi şube kapanmıştı. Evime geldim güzel bir uyku çektim.

Taksisi, fotosu, muhtarı, nüfus müdürlüğü derken 100 lira gitmiş. Şube isterse verecek param yok. Hayırlısı.

Yarın ki maç için antrenman halindeyim. Yasa masa okuyorum. İşte bir de bunu yazdım.

Allah düşmanımı devlet kapısına düşürmesin deyimiyle son vereyim.