8 Şubat 2009 Pazar

İSTİDAT


Son zamanların insanı, bihassa "ben" ile başlayan öznelerin dünyası yaptıkları veya oldukları şeyi kabiliyetle nitelendirebilmektedir... Bunun bir açısı bize yaptıklarımızı yapa-bilmemiz için kabiliyet sahibi olmak, kabil olmak, özü itibariyle bilgi seviyesinde dolaşan, yapılan her neyse onun hakkında doğal davraışlara sahip olmak veya bunu kolayca ve kısa zamanda gerçek kılmak olarak düşünebiliriz.

Kabil olmak etimolojik kökeni itibariyle farsça kökenli bir anlam olarak "mümkün" olmak anlamına gelir. Bu durumda kabiliyet mümkün kılmak anlamına gelebilir.
Arapça kökeni ise "istidat"tır. İstidat ise arap coğrafyasında önemli bir yer teşkil eder. İsti-ab su dolduran veya bulan anlamında, isti-bdat başıboş hoyrat davrana-bilen anlamında kullanılır. "İsti" ile "dat" arasında yer alan "b" kuranda yer alan anlamıyla "elif" öz ise "b(e)" özün bulunduğu yer sıfatını taşır. Bu anlamda istibdat zaman ve mekanda özgür irade sahibi, kadir varlığın bulunduğu durum olarak ifade edilebilir.

Gelelim meselenin özüne. "Ben" dünyası kabiliyetten gittikçe yoksunlaşmaktadır. Yukarıda da ifade ettiğim gibi bu, beceriden ziyade, zaman ve mekanda irade kullanamamak ve olamamak anlamını taşır. Varoluş niteliklerinden yoksunluk bir özne olamamayı da beraberinde getirir. Bu da özgün olamamayı ve giderek silikleşmeyi beraberinde getirir. Buradaki "öz" ün anlamı açık nüve, çekirdek, varoluşa içkin olan, anlamını taşır. "gün" ise orta asya orhun kitabelerinde anlamını bulur. Buna göre türk kavmi ay ve yıl zamanından ziyade gün hesabıyla yaşamaktadır. Her geçen gün o coğrafyada bir başarı ve özgürlük için bir çentik daha demektir. Dolayısıla öz-gün varlığını özünü bozmadan devam ettirebilemek sıfatına dönüşür.
Bu kadar varolmak ve irade göstermek insan ırkı için önemliyken tersi bir hayat tasavvuru genlerimizi kemirmektedir. "Ben"i kemirmektedir.