12 Haziran 2009 Cuma

Yıkılmayan Adam


1977 yapımı Cüneyt Arkın filmi. Aynı zamanda 1983 yılında da film hakkında komünizm propagandası yapılıyor diye dava açılmış. Yani buna bile...

Bir restoranda içeriye giren yaşlı gazimizle dalga geçen bir grup entel ile cüneyt abimizin arasındak diyaloglar. Valla diyaloglar bile sadece yetiyor:

C: Kara günlerini kahraman omuzlarında taşıyarak bu ak günlere erdiren bir gaziye nasıl sataşırsınız!!? Bir istiklal madalyasının süslediği ihtiyar savaşçıyla nasıl alay edersiniz ülen!!!?

E: Seen hangi şarkıyı söylüyorsun ha? Muhahahaaa...

C: Çıkın gidin burdan döverim seni!! Hepinizi döverim ülen!!!

E: Döversin demek. Biz çok dayak attık vatan-namus natali kambuz diyenlere!:):):)

Entel kitleden biri gelip konuşan elemanın kulağına birşeyler fısıldar. Zannımca o sıra bu eleman yıkılmayan adamı dövemeyiz, bu adamı s...r. gibi bi şeyler demiştir.

E: Burdan gidiyoruz arkadaşlar. Ama birgün görüşücez!

C: TANKLA, TÜFEKLE BEKLERİM. UÇAKLA, AĞIR SANAYİ HAMLENİZLE FALAN!!!!

Bu nasıl bir toplumsal gerçekçiliktir. Bu filme hangi zihniyet dava açabilmiştir. Hayret valla...

Hele filmin sonunda yıkılmayan adamımız cüneyt abimizin etrafını polisler çevirmiştir. Adam tonlarca kurşun yemiş ama yıkılmamıştır. Hey beee hacıyatmaz mübarek...

Bizim böyle insanlara ihtiyacımız var. Valla var...

Noooldu lan?!

Olamaz Ama Olabilirde!


İşte memleketin olasılık hesabı. Coğrafyamızın ön görü kabiliyeti... Mükemmel...

Süt kardeşler filmi kült denilmeyecek kadar güncel ama kült. Yani kült değil ama olabilirde.

Yıllardır demokrasinin, karar alma mekanizmalarının, iradenin üzerinden geçip giden darbelerin malum sonucu. OLAMAZ AMA OLABİLİRDE!

Kemal Sunal amirine evin kadın kahyasını gördükten sonra şöyle diyor:

-Düşündüüüm... Bir gemicinin yeri gemisidir....

-Şener Şen: Aaaferin Ramazan bir denizcinin yeri gemisidir.

Netekim sonra evin dış kapısının dış mandalı emir eri Ramazan Şener Şen'e gidip düşündüüüm diye başlayarak bu sefer güzel Bihter'i gördüğü için kalmak ister.

Bu repliği türk siyasi tarihinde de çok gördük. Yinelenen, çok konuşup hiçbir anlam ifade etmeyen sözler. Yerinde sayan sorunlar...

Örnek: Kardak krizi zamanı Süleyman Demirel'e Ege'nin bir Yunan gölü olduğu iddiasını soruyolar. Adamın verdiği cevap şu:


-Ege Yunan gölü deeeeldir. Ege Türk gölü de deeeldir. Ege bir kere göl deeeldir.

Aferin otur süleyman yawrum yıldızlı beşşş. Ve Süleyman makam koltuğunu oturur.



Devam edersek. Bi de şöle bi diyalog var. Güzel Bihter'e vurulan emir eri Ramazan:

-Aayyh çok güzel, AAyyhh çok beğendim..
-Aayyh çok beğendim bakamıcam yüzüne. Bakiyim mi?

Bak tabi abim. Nedir dert? Bi de dönüp askerdeki kankasına soruyo bunu.

En son bomba patlıyor...

-Bihteeer
-Efendim
-aaaa gonuşuyoo...

Gonuşan bir kadın tahayyülü mü yoksa hayalbaz bir metafor mu.? Nereden yaksak?

Fenomen abi... Lan bi de bunlar süt kardeşler. Ulan araştırdım bi tek bizim millette var süt kardeşler. Çoğu milletle aynı sütü emen elemanlar bile kardeş değilken. Bir bizde var. Hepimiz kardeşiz abi.

Denildiği gibi: Söz konusu kardeşlikse gerisi teferruattır. Libido memlekete uğramamıştır. Bacı, kardeş gideriz. Libido bir tek şiddette vardır ki o zamanda ana avrat gideriz...

Soruyorum ey okuyucu: Bacı-kardeş mi? Ana-avrat mı?

Yoksa yoksa: Bacı-kardeş olamaz ama olabilirde!!
Ana-avrat olamaz ama olabilirde!!
bunların hiçbiri ne oluuur ne olmaz.

Ne olur ne olmaz biz fazla ilerlemeden konuyu kapatalım...

VECİHİ



Veriyor musun? Peki öyle olsun?

Nasıl bir fenomendir. Uçakla kayınpederinin evine dalar, sevgilidir ki görmeyin sevgi pıtırcığı...

Nasıl bir fenomendir...

Evi satın almaya çalışan adamın fikreti almak istediğini düşünüp evi de kızı da vermeyen verdirtmeyen, ortalığı birbirine katan toplumsal katalizör.

O dönemlerin amansız, saf aşıklarına atfen müthiş bir karakter.

Ve dünya üzerinde hiçbir insan Fikreti tam da babasının terelelli anlarında bu kadar çok istememiştir.
ismi Vecihi lan. Daha ne olsun hem kafiye olarak hem anlam olarak saflığı ampül gibi kafada yakıyo. Vecihi'nin anlamı yüzü dönük olan. kökü itibariyle bile karakterin yüzü senaryoda dönük olmadığı yer yok...

Bir çocuğum olsa ismini Vecihi koymazsam ne koyucam. Tarih beni yargılamaz mı?

O değil Vecihi diye çağırmadıktan sonra bir çocuğu ne ederim ben. Yazık değil mi nüfus müdürlüğğüne. Bana sormazlar mı bunun kütüğü senin kütüklüğünden gelmiş olmasın diye. Bak ismini Vecihi koymasam ne koyucam, Selami de iyi ama favorilerimden bir diğeri de Necmi bak bi de. Bi de si yok Vecihi abi...

Burdan tüm çocuk meraklılarına sesleniyorum herkes çocuğuna VECİHİ ismini koysun. O zaman dünya daha iyi bi yer olacak. Ben söz veriyorum. Sözü ben veriyorum*

NOT:*Bunu biz yaptık Biz bunu yaptık ayakları hep TRCELL in başının altından çıktı. Bağlan yağlan, gir g... ne falan nedir abi...

Tüm bunları geçerken Ahmet Çakar'ı selamlıyorum...

Poşet İçinde Top


Belediye otobüsleri bazı şeylere kadir diye düşünüyorum. Özellikle insanların iki nokta arasındaki yolculuk esnasında akıllarına bu süreyi geçirmeye dönük aktiviteler geldiğini bir kez daha doğruladım. Belediye otobüsleri biraz da beyin jimnastiğinin yoğun kitlelerce birarada yapıldığı bir kamusal alan zannımca.

Mevzu şu. Otobüsteyken tam arkamda oturan dede ile torunu aralarında hararetli bir şekilde konuşuyolar. Dede 70'ini geçmiş torun 10 yaşlarında.

Torunun elinde bir top var ama poşet içinde. Neden o poşet içinde olduğunu bilmediğinden ve topunu canlı kanlı elinde görmek istediğinden topu poşetten çıkarmaya çalışıyor. Fakat anne tarafından sıkıca bağlanmış olan poşet bir türlü açılmıyor. Zaten maksat top oynamak isteyen çocuğun hayallerini suya düşürmek değil midir?

Bu muhafazakar ve otoriteryan eyleme boyun eğmeyen çocuk inatla yol boyunca topu poşetten çıkarmaya çalıştı. Bu esnada dede elindeki yaş kartını oynayarak çocuğa topu poşetten çıkarmamasını söyledi. Çocuksa aldırmadı tabi ki.

Diyalog şudur:

-Oğlum bırak elinden şu poşeti (tahayyül buraya kadar çocuğun elinde dedeye göre sadece poşet var içindeki top çocuğu veya dedeyi niye ilgilendirsin ki?)

-Ya dede topu çıkarmak istiyoruuuum.

Ve dedenin diyalog bir hızlı düşün yanlış karar ver merkezi olan belediye otobüsünde olası en mantıksız cevabı veriyor. Bağırarak:

- Saçma, saçma, saçma!!!

Ve çocuk olası en mantıklı cevabı sürekli olarak tekrarlıyor:

-Saçmaaaa, saçmaaa, saçmaaaa

Ben inene kadar çocuk susmamıştı. Muhtemelen büyüyünce büyük adam olacak.

NOT: O top neden poşettedir???!!!

10 Haziran 2009 Çarşamba

aYrInTı-M


Gerçeğin ayrıntılarıyla insanın ayrıntılarının fark-lı olduğunu kavramak, tutup bırakmamak biraz zaman aldı. Gerçeğin ayrıntısı sınırları itibariyle net iken insanınkiler öyle değil. Gerçeğin ayrıntısını fark-ederiz fakat insanın ayrıntısını yaşayabiliriz gibi geliyor. Gerçekte, ayrıntı duran ise insanda giden, birinde durum ise öbüründe süreç...
Şimdi buradan yakalım:
Sen bana göre çok kırılgansın. Havaya savurduğum her fikri sana çarpacak diye düşünemem.
Sen bana göre çok yalınsın. Gördüklerimi sürekli mukayese edemem. Yaşamı biraz da oynuyorum.
Sen bana göre çok eğlencelisin. Yaşamı kavradığım anda hüzünlenmek benim için bir alışkanlık gibidir. Geçmişten gelir.
Sen bana göre resmisin. Yaptığın her davranışı, attığın her adımı usulüne göre yapmak bende hayata dair bir yapaylık hissettiriyor.
Sen bana göre çok duygusalsın. Duy-madığım anlar müthiş bir sessizliktir ki çok severim. Aslında duyarım sadece duy-gulandığımı belli etmem. Anla işte...
Sen bana göre biraz şeysin... Ney?
Ayrıntı “bana-sana-ona göre”, “benle-senle-onla” ilgili bir şey. Gerçekten farklı olarak.

Ayrıntı??


Farsça bir kelime olan tafsilat türkçede ayrıntı, örgü, bölümlemek anlamı taşıyor. Bir taraftan da ayrıntının farsçadaki karşılığı. Her ne kadar “ayrıntı” basit olanın ötesinde, derinlikli, bir bakışta fark-edilemeyen anlamı taşısa da gerçek anlamıyla “ayrı” kökü üzerinden tahayyül edilir. Her ne kadar örgü, örmek bütünü bölümlemek olsa da zihnimizde tamamen “farklı”, “bütünden bağımsız” olarak yer eder. Burda zihnimizin bölünmüşlüğünü göstermekte bir sakınca yok zannımca.

Bölünmüş zihin!!!

Kim böldü bunu lan!!

O da başka mesele ya...

AYRINTI


Baktığın yerde olan, sana suretini göstermiş yalın bir gerçek de olabilir sadece senin tercih ettiğin renkler de. Ayrıntıda bu noktada gizli gibidir. Açık seçik olmasına rağmen. Ayrılmak birlikte olamayacak kadar belirgin olmaksa ayrı kalan iki şey ancak belirgin farkları kadar birbirine de bağlıdır.
Ayrıntıda heyecanlanırsın. Çünkü fark-ettiğin, farkı atfettiğin alttan alta senin kodlarınla yazılmış bir yalınlık gibidir o ayrıntı. Aslı senin ayrıntındır birazda. Belirgin farkları belirten sen veya senin dışında olan olması fark-etmez. Farkı yaratan vardır ki yaradılışı da ayrıntılardan ibarettir.
Duygular mesela. Kocaman bir beden içinde çocukça duyguları barındırmak hep şaşkınlık verir. Çocukça duygular kocaman bir bedende belirgindir. Zatten o yüzden farkedilir kocaman bir bedende.Mesela ayrıntılarla örülmüşse ve deneyimlenmişse duygular. Ve sadece yaşadığın koca bir şiddetse çocukluktayken. İşte o zaman ayrıntılarını toplayamadığın boş bir kesen, vadesini uzattığın hayata dair bir borcun olur. İşte o zaman kocaman beden ayrıntılardan yoksun fakat ironik olarak farkedilmiş duygular barındırır. Eğitilmemiş duygular çocuk olmaya mahkumdur. Ahlaki ölçülerle eğitilmiş koca bir akıl sunar benliğin hizmetine. İşte tam o zaman ağlamaz düşünürsün öldüğünde en garip arkadaşlar. Ve saçma zaman ve hallerde ağlarsın tıpkı “ben” gibi. Hayatta saçma olan şeyin ne kadar örüntülü gerçekler olduğunu farkedersin aynı zamanlarda. Ağlarken ağ kurarsın geçmişin her türden birikintisiyle. Film şeridi bu gibiler için ölmeden hemen önce değil ağlarken geçer gözlerinden.
Ayrıntılar işte. İnsan uygarlıklarının içine şeytanı koyduğu, “araf” ı bahşettiği ayrıntılar. Sürekli basit olduğu iddia edilen fakat aynı süreklilikte zor beliren ayrıntılar. Ayrıntıda olmak her hayat için onu farketmemek gibidir. Her yaşam alışkanlık eder, standartlaştırır kendini. Sürekli buna eğilimli olmak. Ayrıntıları bir bir aynılaştırmak olur. Her bedenin kendi içindeki gibidir.
Velhasıl ne şeytan ayrıntılarda gizlidir ne de kocaman bir bedende çocuk olmak ayrıntıdır. Bana başka şeyler söyleyin...