9 Aralık 2012 Pazar

you've just gotta Stand Up!

When the world shoves you around, you've just gotta stand up and shove back! -R.Zoro-

Evoke your memories and find the right first movement one inside of you. Persuade yourself to be what you really want to be. See the differences that tug you all along the time which you've regret to spent.

Be the first one who discovered you at a glance. Glimpse yourself truly at every moment and step of you.

After all you could see the reality you really would construct.


At any dimension you can fill into.

6 Aralık 2012 Perşembe

Anında Satış!

Sigarayı bıraktım..! Ama son bir sigara daha içeyim.

Ayıp ayıp. Kişinin kendine ihaneti, hıyaneti.

Siktir git!

19 Kasım 2012 Pazartesi

Kişisel Kurtuluş Savaşı


Birinci vazifem, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmekti. Üzerimde büyük bir sorumluluk vardı. Oysa önceleri sorumluluk kapıdan içeri annenin girmesini beklemekti. Sonra okumayı öğrenmem, biraz ayrıntı olacak ama eti birine kemiği diğerine emanet edilmiş çırak olmak sorumluluğumdu. Büyüdükçe aslında bir tane sorumluluk değil de eve girdiğimde bin tane sorumluluk olduğunu nar bilmecisi sayesinde kolay kavramıştım.

Mevcudiyetimin ve istikbalimin yegâne temeli buydu aslında. Sorumluluklarımın farkında olmaktı. Çoğu zaman bu sorumlulukları kendim seçmediğim gibi, seçme teşebbüslerim en fazla gerçekleştirilmesi zor ama yaparsam muhteşem olacak olanlardı. Beynime yerleştirilen bu temel, benim, en kıymetli hazinen olmalıydı. En yüksek değeri biçmem gereken şey seçmediğim sorumluluklarımdı. İrademi kendime saklamalıydım. Konu sadece itaat etmekle ilgiliydi. Sonra zaten "itaat" e "salla gitsin, uğraşma" denmeye başlandı. Boyun eğdik..! İstikbalde dahi, beni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahlarım olacaktı. Dikkat etmeliydim, kaygı duymalıydım. Oysaki aslında hiç harici bedhahlarım olmadı. Hepsi dahiliydi. Bizzat bendim! Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşecektim ve vazifeye atılmak için, içinde bulunacağım vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyecektim! İçinde bulunduğum vaziyeti düşünememeye başladım. Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilirdi. Etti de...En iyi bildiklerimi bilmediğimi, aslında hiçbirşey bilmiyorum dediğim şeyler hakkında birçok şey bildiğimi farkettim mesela. Nice kereler kendimi aldattım..! Bedbahlarım vardı. İstiklâl ve Cumhuriyetime iyelik ekini ekleyecek ve Cumhuriyet benim cumhuriyetim diyecek ve bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olan düşmanlarla savaşacaktım. Kendimle girdiğim her mücadelede emsali görülmemiş düşmanlarım vardı. Cebren ve hile ile zihnimin, bütün anlamları zaptedilmiş, bütün kelimeleri belirlenmiş, bütün hisleri anlamsızlaşmış ve karakterimin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilirdi. Yani ben bazen ben olmayabilir, yabancılaşabilirdim herşeye ve herkese en önemlisi aynadaki yüzüme. Oldu da...

Ve ben Türk istikbalinin evlâdı! Ben! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifem; yine de sorumluluklarımı yerine getirmekti! Benim sorumluluğumu hisseden bir dünyaya doğmamıştım zaten. Ve fakat muhtaç olduğum kudret, damarlarımdaki asil kanda mevcuttu!

Asil diyemem ama kişisel kurtuluş savaşım ancak kendi içimde bir irade hissedersem mümkün olabilirdi.

Şeytanla işe başladım...

3 Eylül 2012 Pazartesi

Öncesiyle Sonrasıyla

Önce içeri girdim. Etrafıma baktım. Gardrobu karıştırdım. Yatağı kontrol ettim. Baştan sona bir tur attım odanın içerisinde. Herşeyi kayıtsız dizdim bavulumdan çıkartarak. Her an toplayıp gidecekmişim gibi. Sanki çok yakında ayrılacakmışım gibi kaygısız...

Sonra posterler yapıştırdım, resimler çizdim, yazılar yazdım, düşündüm, her gece bu odaya geldim. Her köşesine benden birşeyler koydum. Odadan her çıkışımda geri geleceğimi bilerek... Çok benimdi... Aslında rahatsız etti!

Öncesinde öyleyken şimdi böyle; Sonra?..



29 Ağustos 2012 Çarşamba

Thus

to the manner of speaking

was the imagination, I have not had it before appearently...

meğer ki...



Herkes ciddiyken ben gülüyormuşum...

meğer ki ciddiysem herkes şaka yapıyormuş...

yine de bulunduğum yerde ayağımın yere bastığını bazen hissediyorum.

Biliyorum meğer ki bazen inanmam gerekiyormuş...

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Çözülebilecek Sorunlar Sorun Olabilecek Çözümler




Şimdi bir düşünelim...

Farkettim ki sadece bir "yer" değiştirmedim. Yerleşik yaşam biçimimi de değiştirdim.

Zaten tersi de abes olurdu...

Şimdi ne değiştiğini anlama, anladığına alışma ve nihayetinde yerleşik yaşam biçimi haline getirme vakti...

İşin ilginci zaman da yerleşik değil, alıştığım tempodan bile farklı bir tempoyla değişim sanki.



Düşünelim,

Değiştirdim

Vakti abes sanki...


Şimdiyse sıra, kendim için hayatıma koyduğum kuralları yeni oyun için yeniden koymak.

Oynamak...


Düşünelim

Sıra

Kendi kurallarını oynamakta...


Düşünelim,

Vakti abes bir değişimde

Sırası gelmiş kuralların oynanma vakti.



Çok düşündük hadi yapalım...





17 Mayıs 2012 Perşembe

Die Grenzen



Before the last night...


Before the sun melting down within my chest


What a fest!


Stranger is walking, eating, laughing and sometimes shouting around.


At around as learning new


At around like experiencing


At around what ever time is...


Finally sun is rising and I am shining on shadows


Which made by myself.


Which is some kind of life


Which is me on the way


That is course on my way.


This is border on my way...


"Trachte danach geliebt und nicht bewundert zu werden" (Wittgenstein, L.)